20 Nisan 2014 Pazar

İtirazım Yok!


Bir miktar spoiler içerir

Onur Ünlü'nün İtirazım Var filmini vizyona girdiği ilk gün izledim ve film hakkındaki yorumumu tek bir cümlede özetlemem gerekirse: Hiçbir itirazım yok! Müthiş bir hikaye kurgulanmış, Serkan Keskin çok iyi oynamış, müzikler de pek güzel olmuş doğrusu. Özellikle polisiyenin bir araç olarak kullanılması filmi daha da etkileyici kılmış.

Polisiye romanlar, çoğu zaman edebi zevkten (ne büyük laf) mahrum kitaplardır. Eğlenceli vakit geçirmek için okunur ve okura kitap boyunca süren merak duygusundan başka bir katkısı da olmaz. Hatta bunların bir kısmı kitap boyunca sürecek bir merak duygusu bile oluşturamaz. Bu kitapların tek amacı katilin kim olduğunun bulunmasıdır, bunun dışında bir alt mesaj vermekten de uzaktırlar. Postmodern romanlar ise "oyunlu" yapılarına dedektif hikayelerini de dahil ederek okura bulmaca çözdürmeyi, metni eğlenceli hale getiren bir amaç olarak kullanır. İtirazım Var'da da polisiyenin kullanımı tam olarak böyle.

Açıkça belirtilen faiz meselesi, namaz kılan tefeci, rüşvet alan polis, iktidar ve bugünün iktidarının temsil ettiği değerlerin eleştirisi, hakikati sorgulama, sübyancılık ve hepsinin özeti olarak sosyal hayatta dinin yerine dair vaaz, filmi katilin kim olduğunun çözülmesiyle biten bir arayışın hikayesi olmaktan çıkarıyor. (İktidara yönelik eleştiriler nedeni ile Leyla ile Mecnun'dan sonra Onur Ünlü fan'ı olan genç İslamcıların bu filme yönelik tavrını da merak ediyorum) Filmden sonra da devam etmesi mümkün bir arayışa itiyor izleyiciyi. Ama polisiyeyi araç olarak kullanırken de onun kendine has klasikleşmiş özelliklerinden vazgeçilmiyor: Dedektifin yanındaki yardımcısı ve olayın nasıl çözüldüğünün anlatılması gibi. Bu kısımlar "pastiş" gibi aynen yerleştirilmiş filme.

Filmin, neden-sonuç ilişkileri konusundaki tavrı ise yukarıda bahsettiğim modern tavrın dışında kalıyor. Onur Ünlü, bunu daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmak ve filmi "klasik doğruları" yüzünden "gerçekçi" olmamak ile itham edecek izleyicilerin lüzumsuz yorumlarından kaçınmak için yapmış olabilir. Filmde neden-sonuç ilişkisinin altı öyle çiziliyor ki, izleyici bu ilişkileri gözden kaçırmasın diye büyük bir çaba sarf ediliyor. Mesela Serkan Keskin'in canlandırdığı İmam Selman Bulut hastanede iken  imamın kafasında daha önce geçirdiği bir kaza nedeni ile "teflon" olduğu ve bu yüzden kafasına kurşun yese bile bir şey olmayacağı söylenir. Selman Bulut kafasından yediği bir kurşundan sonra hayatta kalır, bu durum doktor ve imam arasındaki diyalogla bir kez daha hatırlatılır. Kurşunun sıyırarak geçtiği de ayrıca vurgulanır. Belli ki hayatta kalmanın nedeni olarak yalnızca kafasında teflon olması ya da teflondan bahsetmeyerek sadece kurşunun sıyırıp geçmesi yeterli görülmemiş, ikisi birlikte kullanılarak daha inandırıcı olması istenmiş.

Neden-sonuç ilişkisindeki bu sıkı bağ filmin tamamındaki ilişkilerde de mevcut. Birbirinden ilgisiz gibi görünen kişilerin arasındaki bağlar, olayı hem daha girift hale getiriyor hem de yine inandırıcılık gücünü arttırıyor. Bu, filmin en güçlü yanlarından biri. Karakterler ve olaylar, kahramanların geçmişleri ya da kişilikleri hakkında bilgi vermekle kalmıyor, her karakter ve olay filmin sonuna da bağlanıyor: Selman Bulut'un kızının evlenmesi ve evleneceği genç, başta imamın kişiliği ve geçmişi hakkında bilgi vermek gibi bir işleve sahip olmakla yeterince anlamlı olsa bile bununla yetinilmemiş. Zaten tefeci Salih Kalyoncu'nun cenazesinin yıkandığı sırada imam da hikayedeki kişilerin birbiriyle olan ilginç bağlarının güzel bir biçimde örüldüğünü söyler.



Neden-sonuç ilişkisinin sıkılığına rağmen film yine de absürt bir ton taşıyor. Tanrı'nın varlığına ilişkin mantıksal nedenler bulabilmek için antropoloji okuyan ve sosyal hayattan uzaklaşmış din ve bazı genel kabullerle birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı'nı da eleştiren, üstelik dedektif gibi iz süren bir imam zaten tek başına bile yeterince absürt. Bu absürtlük nedeni ile gerek neden-sonuç ilişkisinin sağlamlığını sorgulamamak, saçma gelebilecek şeyleri kabul etmek de mümkün hale gelir: Denize düşen imamın kurşunun sıyırıp geçmesine rağmen yarı baygın bir haldeyken oradan nasıl çıkıp geldiğini sorgulamamak gibi. Oradan çıkıp gelmesi de mümkündür  bu arada. Filmde bunun nasıl olduğu söylenmez sadece. Gerçek hayat, filmlerde gördüğümüzde "tesadüf" ve "saçma" diye nitelendirip burun kıvırabileceğimiz şeylerle dolu. Zaten bu yüzden "gerçekçi" edebiyat aslında pek de "gerçek" değildir. "Gerçek, gerçek diye bir şeyin olmadığıdır" da diyebiliriz.

Filme +18 kısıtlaması getirilmesinin tek sebebinin hükümet ve onun temsil ettiği değerlerin eleştirilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu seviyede küfür ve şiddet olan hiçbir filmde +18 yasağı görmedim.
Bu arada filmdeki vaazın bizzat İhsan Eliaçık tarafından yazıldığını düşünüyorum. Galiba filmin sonunda ismi yazıyormuş, Ekşi Sözlük'te gördüm, filmin sonunda dikkat etmemiştim. Benim tahminimin nedeni birebir ona ait olduğunu bildiğim bazı cümleler ve filme girmeyi beklerken çıkanların arasında Eliaçık'ın da olması :)

Kısaca eğlenceli olduğu kadar başarılı da bir film İtirazım Var. Filmin müzikle ilişkisi de isminden ibaret değil. Bir kez izleyip geçilemeyecek bir film. Serkan Keskin de bu filmdeki rolüyle İstanbul Film Festivali'nde aldığı en iyi erkek oyuncu ödülünü sonuna kadar hak etmiş. Komedi ağırlıklı sahnelerde de, ciddi diyaloglarda da, vaazda da aynı başarıyı yakalamış.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder