23 Mart 2013 Cumartesi

Jîn'le Birlikte Koşmak

- Az miktarda spoiler içermektedir.-

Reha Erdem'in "Jîn"i her şeyden evvel cesur bir film. Sanatçının, muhalifin, aydının, normalleşen şeyler üzerine konuşan kişi olmadığını hatırlatan bir film. Bugün Kürt sorununda toplum bir yere geldiği için, ortalama şeyler söyleyerek ileride, zamanın adaletinden kurtulabileceğini sananlar işte bu yüzden fena halde yanılıyorlar. Ahmet Kaya'ya sahip çıkmak bugün bir bedel gerektirmediği gibi zamanın ruhuna, daha da ötesinde iktidara uymak için yapılması beklenen bir eylem. Oysa Jîn gibi bir film çekmek, tam da olması gerektiği gibi toplumun ve zamanın bir adım önünde.

Jîn'in dağdan eve kaçışını anlatıyor film. Bu kaçış daha doğrusu "kaçamayış" hikâyesinde Jîn'in tek başına olduğu sahneler hayli fazla. Doğadan kesitlerin gösterilmesi ile başlayan ve sonra bu sahnelerde görülen hayvanların, doğanın ilerleyen dakikalarda anlamlandırıldığı filmde, doğanın ve burada yaşayan canlıların Jîn ile paralelliği önemli bir yer tutuyor. Hatta bu paralelliği sağlamak için çok çaba harcandığını, bunun fazlası ile göze sokulduğunu söylemek mümkün.

Jîn kaçarken ve dönerken kolluk kuvvetlerinin operasyonlarından saklanmaya çalışmakta ve mermilerin, bombaların hedefi haline gelmektedir. Savaşı, asla yakından görmemiş biri olarak bunun ne büyük bir travma olduğunu sadece tahmin edebiliyorum.Yanı başınızda bombaların patlaması, en ufak bir harekette ölebilecek olmanız, insanın duyma eşiğini zorlayan sesler, müthiş bir karmaşa... Filmde bu korku, endişe ve travma hali hayvanların kaçışlarından, reflekslerinden de çok iyi okunuyor. İnsana göre silah karşısında daha da savunmasız olan bu canlıların kullanımı ve bunlarla Jîn arasında tâ filmin son karesine kadar kurulan paralellik bu yüzden oldukça işlevsel. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi bunun çok fazla yapılmış olması ve bazı sahnelerde bu görüntülerin gerçek olmadığının göze batması bir sorun olarak görülebilir.


Filmin en iyi yanı seyirciyi olay akışının, kahramanın eylemlerinin filmde olduğu gibi olması gerektiği konusunda ikna etmesi. Yani izleyici, "aslında şöyle de olabilirdi" diyemiyor olayların gelişimi karşısında. Jîn'in dağdan inmesi ve sivil kıyafetler giymesinin ardından başına gelenler, geri dönmekten başka bir yolu olmadığına ikna ediyor bizi. Karakterin davranışları, havada kalmıyor. Kendimizi onunla özdeşleştirebiliyor, onu anlayabiliyoruz. Filmi izleyen herhangi biri, siyasî görüşü ne olursa olsun Jîn'in Mersin'e sağ salim varabilmesi isteğini taşıyacaktır film boyunca. Bu da önemli bir başarı.

Filmin ilk doğa sahnelerinin ardından gelen gece sahnelerinin görüntüsü de bizi filmin içine çeken sebeplerden biri olarak gösterilebilir. Sahnelerde ışığın kullanımı sebebi ile seyirci etrafı muhtemelen Jîn'in de görebileceği şekilde görüyor.

Jîn'in kaçarken hem örgütten hem de kolluk kuvvetlerinden saklanmaya çalışması onu daha yalnız kılıyor. Dönerken de yaralı bir askere rastlaması trajik bir durum çıkarıyor ortaya. Ancak bu trajedinin bir seçimle sonuçlandığı da söylenemez. Askeri kurtarmasına rağmen diğer yandan geri dönüyor oluşu sadece kararsızlığı, dolayısı ile trajediyi daha da arttırıyor.

Jîn'i, soğuk bir İstanbul gecesinde seyrettim. Sinemanın küçük bir salonunda gösteriliyordu film. Ama büyük oranda doluydu. Şaşırtacak miktarda bir izleyici kitlesine ulaşacağını düşünmüyorum ama boş bir salonda izlememek her şeye rağmen güzeldi. Çok daha iyi bir seçeneğiniz yoksa Jîn'i izleyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder